İş dünyasının amansız temposu ve günlük hayatın yıpratıcı stresi altında ezilen Ian, son zamanlarda yaşadığı travmatik olaylar nedeniyle bir sinir krizinin eşiğine gelir. Bu durumun altında daha fazla dayanamayacağını anladığında, huzur ve sükunet arayışıyla radikal bir karar alır: Yeni Zelanda’nın ıssız vahşi doğasına tek başına bir yolculuğa çıkmak. Sessiz yürüyüşler yapmak ve yalnız kamp kurmak amacıyla yola çıkan Ian, diğer insanlardan mümkün olduğunca uzak durmaya çalışır. Ancak, bu kaçış çabaları boşa çıkar ve başka bir yürüyüşçü grubuyla yolları kesişir. İstemeden de olsa bu grupla birlikte ilerlemek zorunda kalan Ian, bir yandan kendisini takip eden kötü niyetli bir varlık olduğuna dair hislerinden kurtulamaz. Ian’ın paranoyası her geçen gün artarken, grup üyeleri de ona karşı gittikçe mesafeli davranmaya başlar. Geçmişindeki endişeler ve uykusuz geceler Ian’ı tehlikeli düşüncelere sürükler. Toplumdan tamamen izole olmuş halde, Ian kendi akıl sağlığını sorgulamadan önce, gerçekte peşinde biri mi vardır yoksa tüm bunlar sadece zihninin bir oyunu mudur sorusunun cevabını kanlı bir hayatta kalma mücadelesiyle arayacaktır. Ian, doğanın sert koşulları ve zihninde yaşadığı çatışmalarla başa çıkmaya çalışırken, her adımda gerçek ile hayal arasındaki sınavın daha da zorlaştığını hisseder.