1970’lerin Paris’i, toplumsal huzursuzluk ve kaosun hakim olduğu bir dönemi yansıtır. Şehrin karanlık köşelerinde Pierre Goldman’ın adı parlıyor. Eczacıların öldürülmesi ve dört silahlı soygun suçlamalarıyla öne çıkan Goldman, ilk mahkemede ömür boyu hapis cezasına çarptırılır. Ancak Goldman, suçlamaları reddederek masumiyetini savunur ve her fırsatta cezanın geri alınmasını talep eder. İkinci dava sürecinde, Goldman’ın suçsuz olduğuna dair inanç, onu entelektüel solun bir sembolü yapar. Genç avukat Georges Kiejman, Goldman’ın savunmasını üstlenir ve bu süreç, avukat ve müvekkil arasındaki ilişkiyi karmaşık ve gerilimli bir hale getirir. Georges, savunma stratejilerini geliştirirken ve adalet arayışında bulunurken, kendi idealleriyle yüzleşir ve Goldman’ın masumiyetini kanıtlamak için sınırları zorlamak zorunda kalır. Bu zorlu yolculuk, Georges’in kişisel ve ideolojik çatışmalarını derinleştirir ve adalet anlayışını köklü bir şekilde gözden geçirmesine neden olur.